Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi'nde, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anma programı düzenlendi.
Cengiz Aytmatov Kampüsü Kasım Tınıstanov Konferans Salonu’nda 12 Kasım 2018’de düzenlenen Programa Türkiye Cumhuriyeti Bişkek Büyükelçiliği Müşavirleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Bişkek Temsilcisi, KTMÜ Rektörü Prof. Dr. Sebahattin Balcı, Rektör Vekili Prof. Dr. Asılbek Kulmırzayev, akademisyenler, öğrenciler ve basın mensupları katıldı.
Türk Uygarlığı Araştırma ve Uygulama Merkezi ile Sosyal Bilimler Enstitüsü tarafından hazırlanan Program saygı duruşu, milli marşların okunması ve KTMÜ yapımı 10 Kasım belgeselinin gösterimiyle başladı. Protokol konuşmalarının ardından panelle sona erdi.
Rektör Prof. Dr. Sebahattin Balcı, Atatürk’ün kişiliğini, Cumhuriyet tarihini, Türk dünyasının geleceğini ve Manas Üniversitesi’nin Türk dünyasındaki yerini anlattığı konuşmasında şunları söyledi:
“Gazi Mustafa Kemal Atatürk, sadece Türkiye Cumhuriyeti için büyük işler yapmış büyük asker, kahraman, devlet kurucu, siyaset ve devlet adamı değildir. Esas itibariyle bütün mazlum dünya için bütün mağdurlar için özellikle Türk dünyasının sönen ümidinin, karartılmak istenen istikbalinin yeniden canlandırılması ve büyük Türk dünyasının bu ümitlerle geleceğe güvenle bakmasını sağlamak için yola çıkmış ve bu meşaleyi şerefle yakmış, bunun ışığında Türk milletinin bugüne kadar gelmesini sağlamıştır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk çocukluğundan itibaren farklıydı. Daha ilkokula giderken öğretmenleri tarafından fark edilmiş bir kişiydi. Herkes gibi değildi. Sıradan bir kişi, sıradan düşünen ve yaşayan bir çocuk değildi. Daha ortaokula geldiğinde sınıftaki varlığı ve farklılığıyla öğretmenlerinin dikkatini çekmiştir. Matematik öğretmeni diyor ki ‘Senin adın da Mustafa, benim adım da Mustafa; ama aramızda bir fark olması gerekiyor. Sana bir isim vereceğim. Senin adın Mustafa Kemal olsun.’ diyor. Kemal ismini öğretmeni vermiştir. Farklılığından dolayı. Hak ederek almış olduğu bir isimdir. Kemal isminin derin anlamı vardır. Sıradan bir ad değildir. Lise yıllarında aynı şekildedir. Askeri lisede okuyor. Yine aynı farklılığını bütün o eğitim-öğretim hayatında gösteriyor. Atatürk bu ismi alana kadar da büyük bir davanın adamı olduğunu göstermiştir. Atatürk ismini, Cumhuriyet kurulduktan sonra, Soyadı Kanunu’ndan sonra almıştır. Büyük Türk milletinin büyük davasının peşinden giden ve ecdadının mirasını geleceğe taşımak için bütün varlığını, davasına ve milletine vakfeden bir kişidir.
Harp Okulu’nu bitirdikten sonra o zamanki vatan topraklarının her yerinde vatan müdafaasında bulunmuştur. Daha genç bir subayken bugün Libya dediğimiz topraklar da -o zamanki adı Trablusgarp’tı- bizim topraklarımız vatan topraklarıydı. Trablusgarp’ta İtalyan işgaline karşı, Derne’de, Tobruk’ta yerli halkla birlikte büyük mücadeleler vermiş ve çok da kıymetli başarılar elde etmişti. Ne yazık ki Devletin genel gidişatının kötü olması nedeniyle o topraklar İtalyanlar’a bırakıldı. Oradan geldi ve Ortadoğu’da, Irak’ta, Suriye’de, Doğu Anadolu’da, Bitlis’te, Muş’ta yine vatan müdafaasında o günkü topraklarımızın işgaline karşı mücadeleler verdi. Sonra İstanbul’a geçip oradan Çanakkale’ye gitti. Çanakkale’ye geldiğinde yine aynı şekilde vatan toprakları çok büyük bir tehdit altındaydı. O günkü tarihin gördüğü en büyük deniz donanması ve askeri gücü gelmiş Çanakkale Boğazı’na dayanmıştı. 250 bin şehit vermiş olduğumuz savaş. O günkü büyük devletler, İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği büyük devletler, Osmanlı’yı çökertmek ve İstanbul’u almak için Çanakkale Boğazı’na dayanmıştı. Orada da Gazi Mustafa Kemal’in çok büyük başarıları gözüküyor. Anafartalar’da, Arıburnu’nda, Conkbayırı'nda savaşın kaderini değiştirecek büyük başarılar elde ediyor. O zaman Çanakkale Savaşı’nın yönetimini üstlenen Alman General Liman von Sanders, Atatürk’ü fark ediyor. Fikirlerine ve stratejisine karşı duruşuna rağmen Atatürk’ün önemini fark ediyor. Bunu defalarca ifade ediyor. Bu subaya dikkat edin diyor. Maalesef I. Cihan Harbi bizim felaketimizdir. Dün Paris’te I. Cihan Harbi’nin galipleri toplandılar. 60’dan fazla devlet başkanı Paris’teydi. I. Cihan Harbi’nin galipleri galibiyetlerini kutladılar. Bizim Cumhurbaşkanımız da oradaydı. Bizim felaketimiz olan o harpte biz yenilmedik. Biz aslında yenilmedik. Biz büyük zaferler elde ettik Çanakkale gibi... Bütün o güçlülerin hepsinin diz çöktüğü büyük zaferlerimiz oldu. Ama ne yazık ki müttefikimiz olan Almanlar’ın kaybetmesiyle biz de kaybetmiş sayıldık. Dolayısıyla biz oraya mağluplardan birisi olarak gitmedik. Biz oraya şerefli vatan müdafaası yapanlar olarak gittik. Maalesef harbin sonu bizim için felaketti. Zaten Balkanlar, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkasya kaybedilmiş olduğu gibi, yetmedi anamızın ak sütü gibi Anadolu ana vatanımız da işgal edildi. Çanakkale’de Boğaza dayanıp 250 binden fazla şehit vererek koruduğumuz topraklarımızı harbin sonunda İngiliz Donanması kolayca gelip işgal etti. İstanbul’u işgal ettiler. İstanbul İngilizler’in eline geçti. Gençler için özellikle bunu söylemek istiyorum. Nasıl bir resimle karşı karşıya kalmışız! 1918’de, yani tam 100 yıl evvel nasıl bir resmimiz varmış! Bugün dünyanın incisi İstanbul işte o gün elimizden çıktı. İngiliz işgalindeydi. Batı Anadolu’nun tamamı Yunan işgalindeydi. Bursa’ya, Eskişehir’e kadar dayanmışlardı. Güney, Antalya tarafları, Adana’ya kadar İtalyanlar’ın işgalindeydi. Maraş, Antep, Urfa, Fransızlar’ın işgalindeydi. Doğu, Rus Çarlığı’nın işgalindeydi. Koca Anadolu’dan ne kalmıştı bize? Ankara, Çankırı, Yozgat, Kayseri çevreleri, bir de Kastamonu. Başka yok. Hepsi bu kadar. Biraz evvel gördünüz. Karadeniz’de de Pontus Devleti’ni hortlatmak için yüzlerce yıl sinemizde beslediklerimiz fırsat buldukları gün sinemize hançerlerini saplamışlardı. Şimdi soruyorum: ordular dağıtılmış, silahlar toplanmış, halk büyük bir savaşın yorgunu... I. Cihan Harbi’nde tahminen 3 milyon şehit vermişiz. Elimize kalan bütün nüfus 13 milyon. Yarısından fazlası yaşlı, hasta, çocuk. Anadolu’da açlık var. O da yetmiyor. Kaybettiğimiz topraklardan gelen göçmenlerimiz var. Balkan göçmenleri, Kafkas göçmenleri geliyor. Yüz binlercesi aç, sefil, perişan, çaresiz, ümitsiz. Onlar da Anadolu’ya sığınıyor. Anadolu’nun bağrı ateş gibi yanıyor. Devlet yapısı çökmüş. İstanbul’da bir hükümet var; ama İngilizler’in tamı tamına baskısı ve yönetimi altında. İradesi yok. İşgal altındaki bir toprakta kim hangi kararı alabilir? Adı ne olursa olsun, neyin kararını alacakmış. Nitekim Atatürk onu söylüyor. Bakın biraz evvel söylendi: ‘İşgal altındaki bir topraktan bağımsızlık çıkartamazsınız.’ diyor. Önce ondan kurtulacaksınız. Şimdi bu yapı içerisinde soruyorum. Böyle bir resimde kim ben bu toprakları yeniden bağımsızlaştıracağım diye yola çıkabilir? Bu millete yeniden hürriyeti tattıracağım, bayrağını indirtmeyeceğim, ezanı susturtmayacağım, ordusunu yeniden teşekkül ettirip düşmanları ana yurttan kovacağım diye kim diyebilir? Evet, o zaman pek çok aydınımız vardı. Ordu komutanlarımız, devlet adamlarımız vardı; ama bunların hiç birisi çıkıp bunu diyemedi. Onların pek çoğu ümidini yitirmişti. Kimileri artık bu iş bitti demişti. Kendi başının çaresine bakmaya başlamıştı. Kimileri üzerindeki üniformayı çıkarmış, ticarete, zanaata, ziraata vb. işlere yönelmişti. Yani kısacası Devlet kendi yapısı içerisinde ümidini kaybetme noktasına gelmişti. İşte bu noktada Mustafa Kemal Atatürk İstanbul’a geliyor. Bu dağınık vaziyette, Boğaz’da bekleyen İngiliz donanmasını göstererek, yanındaki yakın arkadaşına ‘Geldikleri gibi giderler!’ diyor. Şimdi akıl sahibi bir insan düşünsün. O zamanın şartlarında kim bu sözleri söyleyebilir? Elinde neyin var da söylüyorsun? Atatürk bir şeye inanıyordu. Atalarından genlerine işlemiş olan Türk Milleti’nin Devletsiz kalamayacağına, esir edilemeyeceğine dair büyük inancına ve davasına inanıyordu. Onun genlerine işlemişti o. Biz büyük Türk Milleti hiçbir zaman esir edilmedik, esirliği kabul etmedik. Yenildik, devletlerimiz de yıkıldı, topraklarımız da elimizden alındı; ama asla esareti kabul etmedik. Asla devletsiz kalmadık. Bir devletimiz yıkılmışsa daha büyük bir devlet kurmayı başardık. Atatürk esasen Bilge Kağan’ın Orhun Nehri’nin kenarına dikmiş olduğu o anıt taşlardaki sözlerin mirasını gerçekleştiriyordu. Türk Milleti hiçbir zaman esareti kabul etmeyecek. Güvendiği ana dayanak da Türk Milleti’ydi. Milletine güvendi ve yola öyle çıktı. Anadolu’ya geçişi ve Anadolu’daki hareketleri, O’nun etrafındaki birleşiş; O’nun liderliğinin, dehasının, O’nun da milletine olan inancının bir sonucudur. Şair diyor ki ‘gökyüzünde kara kara bulutlar, nereden geldiniz?’ Tam işte 1918’in resmi. Ufku kararmış olan bir Türkiye. Biz konukseveriz; ama düşmanları sevmeyiz diyor. Evet Atatürk işte o kararan bulutların içerisinden doğan bir güneş gibidir. Milletin ufkunu yeniden aydınlatmıştır. Ümidini canlandırmış, milletin ifadesiyle ‘baş ol bize, düş önümüze’ denmiştir. Atatürk de bunu yapmıştır. Milletini haksız çıkartmamıştır. 1919’dan 1923’e kadar geçen süre Türkler’in ateşle olan imtihanıdır. Büyük Türk Milleti bir kere daha bu imtihanı kazanmış, bağımsızlığını bütün dünyaya kabul ettirmiştir. Topraklarını işgal eden o büyük büyük devletlerin tamamını da topraklarından çıkartmıştır. İstanbul’u işgal eden İngiliz donanması da aynen geldiği gibi geri gitmiştir. Bunu herhalde bir faninin başarabileceği en büyük işlerden birisi olarak görmek gerekmektedir.
Atatürk bir faniydi; ama büyük bir devlet adamıydı. Büyük bir dava adamıydı. Bir dâhiydi ve çok kararlıydı. İnandığı hiçbir şeyden geri adım atmayandı. Sivas Kongresi’ndeki o cümle çok önemlidir. Memleketin hâli ortada, resim çiziliyor. Bir tek söz kalıyor geriye: ‘Ya İstiklal ya ölüm!’ Başka bir çare yok; ikisi var, ara bir çözüm yok. Biliyorsunuz bu söz en son söylenir. Öyle bir noktaya gelinir ki artık ölümden öteye yol yok denir. Türk milleti o noktadaydı. O sözü Atatürk, milletinin adına söyledi. Milletinin ağzıyla söyledi. Biz böyle bir lidere sahip olduk; ama sadece Türkiye için değil. Bakın bugün buradayız. Aradan, yani vefatından sonra, 80 sene geçmiş. Cumhuriyet’in 100. kuruluş yıl dönümünü kutlamamıza şurada 5 yıl kaldı ve bugün biz buradayız. O karanlık, o ümitlerin tüketildiği yerden bugün gelmişiz, ata topraklarımızda yeniden bir dirilişin şerefli, şanlı yürüyüşünü devam ettiriyoruz. Atatürk ile başlayan, Türk Milleti’nin yeniden bir diriliş hareketidir. O diriliş bugün yeniden ata topraklarında buluşmak, birleşmek, bütünleşmek bir büyük dava için yeniden yola çıkmanın imkânlarını sunmuştur. Manas Üniversitesi bugün nedir? O gün ayağa kalkan Türkiye Cumhuriyeti’nin, büyük Türk Milleti’nin, Atatürk’ün mirasıdır, vasiyetidir.
O vasiyet bugün Manas’ta gerçekleşmiştir. Bakın burada 14 değişik memleketten, bütün Türk halklarından, komşularımızdan, akrabalarımızdan evlatlarımız bir olmuş, beraber olmuş ortak bir kader için gece gündüz çalışıyor. Sevgili gençler, bizim kaderimiz bir. Biz ne zaman bir olursak, beraber olursak, bizim geleceğimiz o zaman aydınlık olacaktır. Bilge Kağan 732’de bunu diyor: ‘Bir olmazsanız, beraber olmazsanız, düşmanın tatlı sözüne, ipeğine kanarsanız, kanınız sel olup akar, kemikleriniz dağ gibi yığılıp yatar.’ diyor. Defalarca bunu yaşadık. Bugün Misak-ı Millî Kulesi’nde, yine orada, Atatürk’ün çok güzel bir sözü diyor ki ‘Türk Milleti, millî birlik ve beraberlikle her türlü güçlüğü yenmesini bilmiştir.’ O halde bugün de geldiğimiz noktada bize düşen, bütün Türk dünyası olarak bir olmak, beraber olmak, gerçekten kardeş olmak, iri olmak, diri olmaktır. Hepimizin kaderi birdir. Küçük küçük parçalar halinde düşünün kendinizi. Gerçekçi olalım. Bugün KKTC ile birlikte 7 Türk Devleti var; ama hepsini parça parça düşünürseniz çok küçük kalırlar. Bir Türkiye var. 82 milyonluk, gelişmiş ve dünyanın en büyük 13. ekonomisi. Başkası yok. Ayrı ayrı kalırsak, bir gün tarih sahnesinde ayrı ayrı çok acılar görürüz. Bir olursak 300 milyonluk büyük Türk dünyası olarak… Her türlü imkânı olan bir Türk dünyası, en genç, en çalışkan, en azimli, ahlaklı gençliği olan Türk dünyası, mutlaka yeni bir medeniyet kurarak, dünya insanlığının kurtuluşuna, adalet ve hoşgörüyle yeni bir dünya nizamının kurulmasına büyük katkıda bulunacaktır. Sevgili gençler, başınızı kaldırın, dik tutun, gelecek sizindir. Yeter ki bir olun, beraber olun.
Atatürk’ün dediği gibi ilmin ve ahlakın yolundan gidin. Atatürk’ün şu sözü çok önemlidir: ‘Türk Milleti elinde ve kafasında müşerref ilmin meşalesini tutacaktır.’ Bizim müşerrefimiz de yol göstericimiz de ilimdir. Değerli gençler, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi vardır. Burada bulanan, Türkiye’den gelen gençler o Hitabeyi ezbere bilirler. Siz diğer gençlere de tavsiye ederim. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni damarında Türk kanı bulunan herkes okusun, ezberlesin. Buradaki bütün evlatlarımızın damarlarında Türk kanı akıyor. Orada çok güzel hitapları var. İstiklali ve istikbali, Cumhuriyeti gençlere emanet ediyor. Gelecekte de istiklale ve istikbale kastedecek, içeride ve dışarıda hainler olacağını söylüyor. Yani gelecekte Devletini yok etmek isteyecek, içeriden ve dışarıdan hainler olacaktır. Devletini yok etmek, geleceğimizi yok etmek isteyen, milletini esir etmek isteyen yeni düşmanların olacaktır; bunu hiç unutma diyor. Değerli gençler, bizler bunu 15 Temmuz gecesi canlı canlı yaşadık. 2016 yılının 15 Temmuz’unda gerçekleşen bu hain saldırı, darbe girişimi, tam bu sözün tecellisidir. İçimizdeki düşmanlar, dışarıdaki düşmanlarla iş birliği yaparak, Devletimizi işgal etmek, milletimizi köleleştirmek için çok büyük bir ihanet senaryosu ortaya koydular. Ne oldu peki? Türk Milleti bir kere daha kendini gösterdi. Atatürk’ün sözlerinin ne kadar doğru olduğunu ispatladı. Türk Milleti o günkü gibi bugün de Devletimizin başında olan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın peşine düşüp bu ihaneti o gecenin sabahında boğdu. Sinesini kurşunlara siper etti, bedenini tankın altına set olarak çekti ve 250 şehidimizle ve binlerce yaralımızdan sonra bu vatanı kimseye işgal ettirmeyeceğini, bağımsızlığını kimseye vermeyeceğini, iradesini hiç kimseye vermeyeceğini bu hainlere ispatladı. Dünya bir kez daha gördü ki bu Türkler ile uğraşmak kolay değil. Onların oyunları bitmez, senaryoları tükenmez. Bize düşense onların hilesine, tezgahına, fesatına, güçlü bir milli birlik ve beraberlikle karşı duracağımızı göstermektir.
Çok çalışmamız gerekiyor. Atatürk’ün çok güzel bir sözü var: ‘Türk, övün, çalış, güven.’ Kendinle iftihar et. Aşağılık kompleksine sakın kapılma. Çoğu zaman bu Türkler’den iş olmaz, adam olmaz gibi laflar da söylenmiştir. Bu milleti aşağılayan insanlara dikkat edin. Bu sözleri sarf edenler muhakkak Türk düşmanı ve kanında bir bozukluk olanlardır. Bizim tarihimizde bizi utandıracak hiçbir şey yoktur. Kendimize güvenecek ve övüneceğiz ve çok çalışacağız. Bizimle iftihar edecek, gurur duyacak çok devlet yoktur; çünkü biz oyun bozuyoruz. Bugün bile dünyadaki bu oyunu bozuyoruz. Dünya beşten büyüktür. Hiç hoşlaşmadılar bu sözden. Kendi düzenlerini inşa ederek bütün dünya insanlığını kan sömürüp kendi emperyal düzenlerinde köle haline getirenler bu sözden hiç hoşlanmadılar. Ama dikkat edin ki bu sözü söylemek Türkiye’ye nasip olmuştur. Bu beşin altında kalıp çok zor durumda olan yüzlerce millet ve devlet varken, bu sözü söyleme cesareti Sayın Cumhurbaşkanımız sayesinde Türkiye Cumhuriyeti’ne ve milletine nasip olmuştur. Onun için istemezler Türkiye’nin yükselişini.
Gençler, Cumhuriyet bir büyük projedir. Cumhuriyet, esas itibariyle hepimizin eşit, şerefli vatandaşlar olmamızı sağlayan bir büyük projedir. Aramızda imtiyaz, sınıf, hiçbir şey yoktur. Cumhuriyet’le imtiyazlar kalkmıştır. Bunun yerine kim daha çok çalışırsa, kim daha iyi hizmet sunarsa, vatanını kim daha çok severse, onun şanı yükselir, onun adı yükselir. Bunun için Cumhuriyet fazilettir. Yeni kurulan Devletin, Türkiye Cumhuriyeti olması kadar isabetli bir şey olamaz. Biz kendi aidiyetimizle beraber Devlet kurmayı iki kere başardık: birincisi Göktürkler, ikincisi Türkiye Cumhuriyeti’dir. Devlet kurucularımızın sülale adıyla devlet kurma geleneği böylece ortadan kalkmıştır; çünkü Devlet, Türk Milleti’nindir. Kuran da odur, yaşatacak da odur. Bugün de yine aynı şekilde devam edeceğiz. Atatürk’ün I. Dünya Savaşı ve ondan sonraki Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecine baktığımız zaman, Anadolu yakılmış, yıkılmış, açlığın, sefaletin, yokluğun olduğu bir Türkiye’dir. O zamanlar baktığımızda toplam 337 doktorumuz varmış. Demek ki o zamanlar 30 bin kişiye 1 doktor düşüyor. Bu, 1923 yılı. 40 bin köyümüz var, 37 bininde okul yok. Köylerdeki halkın sadece yüzde 2’si okuma yazma biliyor. Kadınlarınsa binde 2’si biliyor. İlkokul sayımız 4700. Lise ve ortaokul 158. Bütün fabrikaların sayısı 128. Bunlar da dokuma ve deri fabrikaları. Sanayi ve stratejik anlamda bir şeyimiz yok. Makine üreten fabrikamız yok. Donanmamız sıfır. Neresinden bakarsanız felaket. Hastalık almış başını gidiyor, verem grip tifo…. Doğan çocuklarımızın yüzde 60’ı ölüyor. Bu, 1923 Türkiye’si. Tarımsa ilkel, geleneksel yöntemlerle yapılıyor. Elektrik, İstanbul ve İzmir’in bazı mahallelerinde var. Demiryolu 4000 kilometre ve tamamını yabancılar işletiyor. Bütün limanlarımız yabancıların elinde kapitülasyonlar çerçevesinde. Kısacası Necip Fazıl’ın dediği gibi ‘Öz yurdunda olmuşsun parya.’ Hepsi bu kadar. Böyle bir Cumhuriyet başlangıcı var. Başlangıç, devralış böyle. Ama Atatürk bir şey yapıyor. Orada büyük bir lider olduğunu bir kez daha görüyorsun. Milleti geleceğe inandırıyor. Zaten liderlerin en büyük özelliği şudur: arkasından gelen toplumu, milleti ateşleyebilmesidir. Davasına inandırmasıdır. Her şekilde o davanın yaşayacağına inandırmasıdır. Atatürk bu milletin davasını yeniden ateşlemiştir. Türk Milleti büyük başarılar, yükselişler yaşadığı gibi büyük hezimetler de görmüştür. Fuat Köprülü bu konuyu tahlil ediyor ve diyor ki ‘niye bu belalar geldi başımıza?’ Özellikle Osmanlı’nın son 200 senesi için Fuat Köprülü şunu söylüyor: ‘Davayı, dava fikrini kaybetmiştik.’ Yani geleceğe olan inancımızı kaybetmiştik diye söylüyor. Atatürk o geleceğe olan inancımızı yeniden inşa edendir. Çok genç yaşında büyük işler başarmıştır. 57 yaşında vefat etmiştir. 1919’da bu büyük mücadeleye başladığında kaç yaşındaydı? 39 yaşındaydı. 39 yaşında kim bu büyük işleri başarabilir? Cumhuriyeti kurduğunda ise 42 yaşındaydı. Savaş meydanlarının yenilmez başkomutanıydı. Bunlardan da ötesi çok gerçekçiydi. O dönemde başka adamlar da vardı Enver Paşa ve diğer paşalar gibi. Bu kişiler Osmanlı döneminin yıldızı en parlayan isimleriydi. Onlar 10 senede koca Osmanlı’yı tasfiye ettiler. Atatürk de, 18 senede, yıkılmış yakılmış tüketilmiş, işgal altında bulunan bu topraktan yeniden bir Devlet kurmayı başarmış birisidir. Atatürk gerçekçiydi, diğerleri ise hayalperestti. Onlar da vatanseverdi. Ama gerçekçi olmak başka bir şey. Atatürk’ün en büyük özelliği gerçekçi olmasıdır. Sınırları çok iyi tahlil etmesidir. Misak-ı Millî’yi korumak için çok çalıştı, ama durması gereken yerde durarak.
Esasen Atatürk’ü iyi anlamamız gerek. Her insanda, her fanide olduğu gibi, insan olmanın her halini onda da görebilirsiniz. Önemli olansa başardıklarını görmek ve anlamaktır. Neyi başarmıştır? Hepimize çok büyük bir derstir Atatürk’ü anlamak. Bugün Türkiye Cumhuriyeti onun en büyük eseri olarak yoluna devam ediyor. Dünyanın en büyük 13. Ekonomisi, kendi kendine yeterli olmakta büyük mesafeler kaydetmiş, siyasi, askeri, ekonomik bağımsızlıyla beraber güçlenerek devam ediyor. Bize düşen, milli birlik ve beraberliğimizi korumaktır. Bütün farklılıklarımıza rağmen biz esasen farklılıklarıyla zenginleşmiş bir milletiz. Dünyadaki en büyük cihan devletinin miraslarından, geleneklerinden geliyoruz. Bizim farklılıklarımızın olması kadar daha doğal ne olabilir? Ama bizim ortak bir mazimiz olduğu gibi, büyük bir aydınlık geleceğimiz vardır. Büyük Türk Milleti’nin sağlamış olduğu bu büyük huzur ikliminde bir ve beraber olarak devam edeceğiz. İnşallah 21. yüzyılda yeni bir medeniyetin doğup dünyaya insanca yaşamayı, adaleti, huzuru, hoşgörüyü getireceğine ve bunu da Türk dünyasının gerçekleştireceğine inanıyorum.”
Türkiye Cumhuriyeti Bişkek Büyükelçisi Cengiz Kamil Fırat adına konuşma yapan Eğitim Müşaviri Recep Sula da şunları söyledi:
“Mustafa Kemal Atatürk, Selanik’te, 1881’de, bir ülkenin resmen çöktüğü bir dönemde dünyaya gelen bir çocuk. Hızlı bir şekilde, acelesi olan, büyüyen, çalışan, gittiği her yerde başarılı olan bir insan. Bugün sizlere Atatürk’ü Atatürk ile anlatacağım. Mustafa Kemal Atatürk, üç kıtada, savaş meydanlarında bir Osmanlı askeri olarak savaşmış, kurtuluş savaşının önderi ve Misak-ı Millî’yi büyük oranda gerçekleştirebilmiş birisidir. Atatürk 20 yılın üzerinde savaşmıştır; ama savaş zorunluluğu olmadıkça da onu cinayet sayabilecek bir kişidir ve kafasında daima ‘Yurtta sulh, cihanda sulh.’ ilkesi olan bir kişidir. Asker olmasına karşın sivil düşünebilen bir insandır. Atatürk, toplumda pek çok değişimlerin nedeni olmuş. Gelişmenin sadece fen ve bilimle olabileceğini algılayan birisidir. ‘Bağımsızlık benim karakterimdir.’ diyebilen bir kişidir. Yani başını başkalarına, fikrini, zikrini başkalarına bağlayan birisi değil, özgün bir birey olabilmeyi başarabilmiş bir insandır. Cumhuriyet’i kurarken gençlere ve gençleri yetiştiren öğretmenlere şunu söylüyor: ‘Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.’ Bu sözler fikren, irfanen ve zihnen hür olmayı, bir yerlere bağlanmamayı gerektirir. Atatürk, bunu derken inkârcı bir insan da değildir. Din insanlar için lüzumlu bir müessedir der. O nedenle de Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurduran, Kur’an’ı tercüme ettiren, Türkistan’ın önemli âlimlerinden Buharî’nin hadislerini tercüme ettiren ve İslam’ın temel bilgilerini bütün toplumun öğrenmesini sağlamak amacıyla İslam ilmihâlini yazdıran kişidir. O zamanki 35 bin köye bunlardan birer nüsha gönderilmiştir. Atatürk, Türkler’in geleneğinde olan kadın ve erkeğin bir ve beraber yürümesini de Türk kadınına dünyadaki bütün medeni ülkelerden daha önce seçme ve seçilme gibi hakları da sunarak kadının değerli olduğunu vurgulamıştır. Kendi sözü ile ‘Beni bir Türk anası doğurdu. Türk anası daha nice Mustafa Kemaller doğuracaktır.’ demiştir. Esas olanın millet olduğunu hiçbir zaman vurgulamaktan kaçınmamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ‘Bağımsızlık kayıtsız şartsız millete aittir.’ sözünü yazdırmıştır. Bugün eğer Türkiye yeryüzünde hatırı sayılı bir Devlet ise bütün ülkeler karar alırken Türkiye’yi hesap etmek durumundaysa bunda Mustafa Kemal’in ve O’nun yolunda devam eden daha sonra geliştirip dönüştüren, günün şartlarına uyarlayan günümüz lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın da payı büyüktür. Atatürk, hayatı boyunca emperyalistlere karşı olmuştur. O’nun kafasında bütün dünyadaki mağdur ve mazlumların kurtuluşu ve kendi iradelerini, yönlerini belirleme düşüncesi vardı. 1933’te bütün Türk Halkı’na, Türk gençliğine şu uyarıyı yapmıştır: ‘Bizim bugün başka ülkelerde kardeşlerimiz vardır. Yakın bir gelecekte o kardeşlerimizle kucaklaşmaya, onlarla birlik olmaya hazır olun.’ Bu sözün üzerinden 60 yıl geçmeden dedikleri gerçekleşmiştir. Atatürk bir başka sözünde şöyle diyor: ‘İki türlü Mustafa Kemal var. Biri ben fâni Mustafa Kemal, diğeri milletin içinde yaşatacağı Mustafa Kemaller idealidir. Esas olan odur.’ Aynen herkes bir Mustafa Kemal olma yolunda gayretli, çalışkan, üretken, işini en güzel yapan kendine, ailesine, ülkesine, insanlığa faydalı olmaya çalışan birey olmak durumundadır. Ülkenin bağımsızlığını gençlerin üzerine yüklemiştir. Çünkü enerji, hareket onlardadır. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi de tamamen gençliğe seslenerek yazılmıştır ve bu Nutuk’ta yer almaktadır. 1927’de Nutuk’u irat etmiştir; ama O’nun en önemli yanı ‘barışçılığın yanı sıra savaşta kazanılan başarılar ne derece güçlü olursa olsun ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa onlar kalıcı olmaz’ algısıdır. O nedenle 1921’de İzmir İktisat Kongresi’ni toplamıştır. 4000 kilometre olan demiryolu ağına 8000 kilometre daha eklemiş, uçak fabrikaları kurdurmuştur. Cumhuriyeti bize sağlayan büyük yol gösterici, dâhi Mustafa Kemal Atatürk ve İstiklal Savaşı’nda ülkemizi savunmak için can verenler, 15 Temmuz 2016’da şehit olanlar ve hâlen ülkemizin bir bölümünde her gün bölücü bir örgütün müdahalesiyle şehit olanlar için Allah’tan rahmet dileyerek onları saygıyla anıyorum.”
Program Manas Üniversitesi Öğretim Üyeleri Doç. Dr. Muratbek Kocabekov, Doç. Dr. Hasan Yılmaz ile Yrd. Doç. Dr. Roza Abdıkulov'un Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü anlattıkları panelle son buldu. Muratbek Kocabekov'un başkanlığını yaptığı panelde panelistler Hasan Yılmaz "Atatürk’ün Eğitim Felsefesi ve Atatürk Döneminde Eğitimde Gelişmeler" ve Roza Abdıkulov'a da "Rusça Araştırmalarda Komutan, Devlet ve Fikir Adamı Olarak Atatürk" başlıklı bildirilerini sundu.