Главная > Университет > Ulu Önder Atatürk, Manas’ta Anıldı
Ulu Önder Atatürk, Manas’ta Anıldı11 ноября, 17:11. Разместил: bn |
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi'nde (KTMÜ) düzenlenen törenle anıldı. “Atatürk’ü Anma Programı”, Atatürk’ün ebediyete intikalinin 81. yıl dönümünde Rektörlük Konferans Salonu’nda 11 Kasım 2019’da düzenlendi. Programa Türkiye Cumhuriyeti Bişkek Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri Harun Karcı, KTMÜ Rektörü Prof. Dr. Sebahattin Balcı, Rektör Vekili Prof. Dr. Asılbek Kulmırzayev, akademisyenler ve öğrenciler katıldı. Programda saygı duruşunda bulunuldu, iki ülkenin milli marşları okundu, açış konuşmaları yapıldı ve panel gerçekleştirildi. Rektör Prof. Dr. Sebahattin Balcı, açış konuşmasında, Türk dünyasının gençlerine Ulu Önder’i etraflıca anlattı. Prof. Dr. Balcı şunları söyledi: “Bugün Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi'nde 25. yaşımızı idrak ediyor ve geleceğe güvenle bakıyoruz. Manas Üniversitesi’ni esas itibariyle Ulu Önder Atatürk'ün bir önemli vasiyetinin gerçekleşmesi olarak kabul edebiliriz. Kendileri 1934 yılında gazeteciler ile yapmış olduğu bir mülakatta Türk dünyası ile ilgili olarak sorulan bir soruya vermiş olduğu cevapta, Sovyetler Birliği içerisinde bulunan Türk Cumhuriyetlerinin Sovyetler Birliği'nin de ömrünü tamamlamasından sonra yeni bir dünyaya kavuşacaklarını, o gün bize çok ihtiyaçları olacağını ve o güne bugünden hazır olmamız gerektiğini ifade ediyor. Bu sözü zannediyorum 1934’te söylüyor. İleriyi görmenin, geleceği okumanın, dünyayı çok iyi anlamanın ve tarihi çok iyi bir şekilde hazmetmiş olmanın en güzel ifadelerinden birisini ortaya koyuyor. Zaman geçiyor, 1991 yılına geldiğimizde, öngörülerinin tamamı gerçekleşiyor. Sovyetler Birliği çözülüyor ve içerisinden beş yeni Türk Cumhuriyeti daha çıkıyor. Hakikaten bize çok ihtiyaçları olduğu bir zamanda yeni bir dünyaya açılıyorlar. Tanımadıkları bir dünyada onlar için yol gösterici ve ışık verici, bir tek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti var. Samimi içten ve hiçbir karşılık gözetmeden... İşte o öngörü gerçekleşmiştir. O vasiyet, Manas Üniversitesi olarak da tahakkuk etmiştir, tecelli etmiştir. Bugün Kırgızistan başta olmak üzere bütün kardeş Türk Cumhuriyetleri için Türk dünyası için yeni bir nesil yetiştirmek için Manas Üniversitesi kurulmuş ve görevini -çok şükür- lâyıkıyla yerine getiriyor. 25’inci yılında Manas Üniversitesi, Kırgızistan'ın uluslararası alandaki en itibarlı yükseköğretim kurumu ve Orta Asya içerisinde Merkezi Asya'da en başta bulunan üniversitelerden birisi, Kırgızistan ve Türkiye'nin üniversite kurma iddialarının en somut ve başarılı örneği, Türk dünyasında bir yol gösterici ve bilime katkı sağlamada itibarlı bir kurum haline gelmiş durumdadır. Biz Atatürk'ün vasiyetini yerine getirmiş olmaktan çok büyük bir mutluluk duyuyoruz Bu vesile ile Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk'ü, kendisiyle beraber bu kutlu yola çıkıp bize yeni bir devlet kazandıran dava arkadaşlarını, bu yolda canını verip kanını döken şehit olup gazilik şerefiyle onurlanan bütün geçmişimizi, atalarımızı rahmetle, şükranla ve minnetle anıyoruz. Asla onları unutmayacağız ve asla onların emanetini hiçbir şekilde kimseye örselettirmeyeceğiz. Başta tutup baş tacı yapacağız. Büyük Türk devletleri silsilesinin sonuncu halkasını kuran Ulu Önder Atatürk, 81 yıl geçtikten sonra hâlâ bize yol göstericiliğini sürdürüyor. Çünkü kurulan Devlet her ne kadar kendisinden önceki bütün Türk dünyası birikiminden, kendisinden evvelki büyük Devletlerin medeniyetinden, Devlet yönetim tecrübesinden, yetiştirmiş olduğu insan gücünden yararlanmış olmakla beraber, yeni bir devlettir. Bir diğerinin aynen devamı değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, esas itibariyle, bir büyük zihniyet değişiminin eseridir. 1900'lü yılların başına geldiğimizde, ümidin tükendiği bir yerde bir yok oluş kâbusu yaşandığı bir zamanda, en önce Atatürk ile beraber büyük bir zihniyet değişimi olmuştur. Çok Sevgili Kardeşlerim, başarının sırrı, o zihniyet değişimidir. Ondan sonra, yapılan işler değer ifade etmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, orta halli bir Türk Ailesi’nin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Adı Mustafa olmuştur; ama bir gün Mustafa Kemal olmuştur. Bu tesadüfen olan bir şey değil. Ne için Mustafa Kemal olmuş? Sınıfın en seçkinlerinden birisi haline gelmiş, matematikte öğretmeninin çok dikkatini çekmiş ve matematik öğretmeni demiş ki ‘Bundan sonra bu sınıfta iki Mustafa olmaz. Se2n Mustafa Kemal’sin.’ İsmini hak ederek alıyor. Bir gün geliyor askeri liseyi, harp okulunu, harp akademilerinin hepsini bitiriyor. Cepheden cepheye koşuyor. İstiklal Savaşı'nı başlatıyor. Tüm bunları ayrıntılı söylemeyeceğim; ama bu silsileyi takip edelim. İstiklal Savaşı'nı başlatıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kurulmasını sağlıyor. Millet iradesini bu büyük mücadelenin omurgasına koyuyor. Kendini, birkaç kişiyi veya bir grubu değil, Büyük Türk Milleti’nin iradesini, istiklal mücadelesinin omurgası haline getiriyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin başkanı oluyor ve Sakarya Savaşı’na gidiliyor. Sakarya Savaşı’nı burada bulunan gençler için biraz açalım: Burada bilgi paylaşımı da yapıyoruz bu konuşmalarımızda; çünkü bu coğrafyada, tarihi anlatma görevi de bize ait. Sakarya Savaşı, bütün Batı devletlerinin destekleriyle Yunan ordusunun bütün Anadolu topraklarına batıdan girip bizim başkentimiz olan Ankara’ya kadar dayandığı savaştır. Ankara’ya 70 kilometre mesafeye kadar gelmiştir Yunan ordusu. Top sesleri Ankara’dan duyuluyor. Meclis’tekiler, ‘Meclis’i taşıyalım.’ diyorlar; ‘Artık Ankara da düşecek, Kayseri’ye gidelim…’ Gazi Mustafa Kemal Atatürk çıkıyor, Meclis’e diyor ki ‘Risk almaya bakın. Ordu komutanlığını istiyorum, hükûmet başkanlığını istiyorum, meclis başkanlığını istiyorum. Verirseniz bunları Ordunun başına geçeceğim, düşmanın karşısına çıkacağım.’ Düşünebiliyor musunuz? Düşman dayanmış, hançeri dayamış bağrımıza... Acaba kaç yürekli adam çıkıp bunları isteyebilirdi? Bunun bir de bedeli var. Bunun bir de sonu var. Çıkarsın da... Bu riski kim alabilirdi? Ancak bir kahraman bu riski alabilirdi. O bir kahramandı işte. Bu riski büyük bir komutan alabilirdi. O büyük bir komutandı. Bu riski kim alabilirdi? Büyük bir liderdi. Bütün bir milleti arkasına takmıştı. Baş ol bize denmişti. Ordusunun başında geldi Sakarya Nehri’ne. Sakarya Nehri hemen Ankara’nın yanında Polatlı’dan akan bir nehir. Orada 22 gün 22 gece düşmanla göğüs göğüse savaş yapıldı. Oradan düşman Sakarya’nın batı tarafına atıldı ve böylece Ankara hayallerini bitirdik onların. İşte o savaşta, o meydan muharebesinde, ‘gazi’ unvanını ve ‘mareşal’ unvanını aldı. Mareşal, meydan muharebesi kazanan komutana verilen unvandır. Rütbedir daha doğrusu. Bakın Meclis’ten bir kanun çıkaralım, alalım diye bir şey yok. Hayatını ortaya koyuyor, bütün birikimini ortaya koyuyor, arkaya asla bakmıyor. Allah’ın yardımıyla kazanıyor ve millet de onu takdir ediyor. Demek ki mareşallik ve gazilik, Sakarya Savaşı’nın, o büyük savaşın sonucudur. Çok Değerli Kardeşlerim, Sakarya Savaşı kaderimizin döndüğü andır. Düşmanın ilerleyişi durdurulmuş ve Sakarya’nın batısına atılmış, ondan sonra da bütün Anadolu’dan atılma planları yapılmaya başlanmıştır. O güven, o inanç bütün millete yayılmış ve arkasından hemen sonra Dumlupınar Muharebesi ve Yunan ordusunun 9 Eylül 1922’de İzmir’den denize dökülüşü... Denize dökülen sadece Yunan ordusu olmadı. Denize dökülen, aynı zamanda Yunan ordusunu kışkırtan, üstümüze salan, bütün emperyalistler oldu. Ondan sonra büyük bir zaferle taçlanan bu mücadele, Cumhuriyetle zirvesine çıkmıştır. Savaş kazanılmış, düşman ordusu denize dökülmüştür. Diyorlar ki: ‘Paşam başardınız.’ Kendisinin ifadesi şu şekilde: ‘Hayır, asıl şimdi başlıyoruz. Şimdiki savaşımız cehaletle ve sefaletledir.’ Yani cahil olmak ve fakirlikle... Çünkü memleket cehalet içerisinde, kapkaranlık ve fukaralık ise her taraftan gırtlağa kadar dayanmış. Birinci Dünya Savaşı’nda üç milyona yakın evladımızı cephelerde kaybetmişiz, şehit vermişiz. Anadolu’da kadından, çocuktan, yaşlıdan ve sakattan başka kimse kalmamış neredeyse. 13 milyon insan var. Onların bir miktarı gayrimüslim. Her vesilede ihanet ettiler bize. Onları da dışarı çıkarttığın zaman bunlar kalıyor geriye. Bu da büyük bir cesaret; böyle bir yerden başlayıp büyük bir Devlet kuracağım demek… Ben Atatürk’ün mücadelesini bu çerçevede değerlendirir ve okurken, aklıma hep Göktürkler’in o yıkılışı gelir: Göktürkler yıkıldı ve bir daha toparlanamadılar. Çin’e esir olduk, ondan sonra ayağa kalkamadık; ama Atatürk, çöken Osmanlı’nın üstünden, o büyük azmiyle, büyük Türk Milleti’nin kahramanlığı ve fedakârlığıyla bu modern Cumhuriyeti kurdu. Bugün göğsümüzü gere gere dünyanın 16’ncı büyük ekonomisi demişsek, bu, o mücadelenin ve o başarının sonucudur. O doğru tercihlerin sonucudur. Atatürk zamanının, eğer iklimine uysaydı, bir diktatörü olabilirdi. O dönemde Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, İspanya’da Franco ve Sovyetler Birliği’nde Lenin... O da diktatör aslında. O da proletarya diktatörü. Diktatörlük zirve yapıyor. Atatürk Meclis’e işi getiriyor: Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir diyor milletin iradesinin tecelli edeceği yer ve demokratik bir gidişin yolunu açıyor. Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmanın bütün gayretini gösteriyor. Milletine olan inancının, topluma olan güveninin sonucu. Haklı çıkmıştır. Bütün diktatörler yerle yeksan oldu. Pek de adları söylenmiyor biliyorsunuz. Çoğu da lanetle anılıyor; ama Atatürk, 81 yıl sonra yine minnetle, yine şükranla, yine saygıyla hem anılıyor hem anlaşılmaya çalışılıyor hem anlatılıyor. Ne mutlu ki Türk Milleti’ne 20’nci asrın başında Yüce Allah böyle bir lideri nasip etti bize ve esaretten kurtulduk. Vatanımıza düşmanın çizmesini değdirtmemek için her şeyi yaptık. Ezanımız susmadı, bayrağımız inmedi. Bugün bir büyük başarı destanı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti yeniden tarihin kendisine vermiş olduğu rolü üstlenmiş bulunuyor. Artık Türkiye kendi kabına sığmamaktadır. Önce kendi bölgesinde olan biten her şey Türkiye’yi ilgilendirmektedir; sonra da dünyada olan her şey Türkiye’yi ilgilendirmektedir. Büyük Türk medeniyetinin kuruluşu için Türk Cumhuriyetlerindeki kardeşlerimizle beraber yeni bir kutlu yola çıkmış, yürüyüşümüzü de azimle, kararlılıkla sürdürüyoruz. İnşallah 21’inci yüzyıl yeni bir büyük medeniyetin kurulduğu, Türk ve İslam dünyasının, bütün dünyanın beklediği adaletin yaşanacağı bir dönemi göreceği zaman olacaktır. Hak haklının olacak, adalet herkes için var olacaktır. Yolumuz, ilim ve ahlak yolu. İnşallah bu yol bizi başarıya götürecek. Sözümün sonunda bir kere daha büyük Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve O’na inanıp kendisiyle beraber yola çıkan ve bize bu büyük Devleti hediye eden herkesi, minnet ve şükranla anıyoruz. Hepsinden Allah razı olsun! Bizlere de onların emanetini taşımayı ve gelecek nesillere şan ve şerefle devretmeyi nasip etsin!” Rektör Vekili Prof. Dr. Asılbek Kulmırzayev ise Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye, Türk dünyası ve insanlık için önemini şu sözleriyle dile getirdi: “Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı... 57 yaşında, 10 Kasım 1938’de bu dünyadan göçtü. Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusu için değeri hesaplanamayacak kadar büyük emekleri oldu. Hepsini 57 yıllık kısa ömrüne sığdırdı. Bunların en başında da milli mücadeleye önderlik edip Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak bağımsızlığını sağlaması bulunuyor. Birinci Cumhurbaşkanı olup siyasi, sosyal ve kültürel reformları gerçekleştirdi. Atatürk çağdaş medeniyet seviyesine çıkılabilmesi için çalıştı. Demokrasinin prensiplerini benimserken ülkenin sadece kurtarılmasına değil gelecekte en gelişmiş ülkelerden birisi olmasına yol açabileceğine inanıyordu. Atatürk’ün geleceği görebildiğini Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya üzerinde şu an bulunduğu konumdan anlayabiliyoruz. Türkiye bugün dünyanın en gelişmiş 20 ülkesi arasında yer alıyor. Net olarak ifade edersek, Dünya Bankası’nın 2018 verilerine göre, Türkiye’nin gayrisafi yurt içi hasılası (GSYH) 766 Milyar Dolar. Bugün Türkiye için sanayileşmiş bir ülke diyebiliriz. Sanayi sektörünün GSYH’ye olan katkısının yüzde 29 olması da bunun kanıtı olarak gösterilebilir. Tarımın payı yüzde 6, ihracat ise yüzde 30 olarak görünüyor. Eğer Avrupa’nın en gelişmiş ülkesi olan Almanya’yı bu açıdan ele alacak olursak, sanayi sektörünün GSYH’ye olan katkısının yüzde 28 -bu oran Türkiye’ninkine benzer- tarımın payının yüzde 1 ve ihracatınsa yüzde 47 olduğu görülüyor. Buna göre bugün Türkiye’nin sanayileşmiş, gelişmiş ülkelerden birisi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak burada Almanya’nın GSYH’sinin 4 Trilyon Dolara yakın olduğunu da ifade etmek isterim. Bu iki ülkenin ikisinin de nüfusları 82 milyon. Demek ki Atatürk’ün ilkeleri zamanımızda da geçerliliğini koruyor. Türkiye bu ekonomik gücüne dayanarak geçen yüzyılın sonu ve bu yüzyılın başı itibariyle Türk dilli halkları bir araya getiren bazı kuruluşları kurdu. Bunlar; Türk Keneşi, TÜRKSOY ve Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi’dir. Bunun gelecekte siyasi kurumlara, siyasi güce dönüşmesi gerekli diye konuşuldu. Türk dünyasındaki ülkelere ilişkin bazı ekonomik verileri baktığımızda bu ülkelerin ekonomik durumlarının istenen ve beklenen siyasi gücün ortaya çıkabilmesi için yeterli düzeye henüz ulaşamadığını görüyoruz. Bir siyasi ve ekonomik birliğin oluşabilmesi için Birliği oluşturan ülkelerin ekonomik durumlarının birbirine yakın olması gerekir. Bu noktada Türkiye, Türk dilli ülkelere elinden geldiğince yardım yapmaktadır. Türk dilli ülkeler, bilim ve teknolojiye büyük önem vermeli. Kendi bilimsel ve teknolojik buluşlarını ortaya çıkarmalı. Ekonomik güç, tam bağımsızlığı sağlar. Son 10 yılda yaşananlar da bunu kanıtlıyor. Ekonomik güç elde edip beraber hareket edilmeli. Manas Ata’nın ‘bölüneni kurt yer’ sözünü unutmamalı. Ulu Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını saygıyla anıyor, hepsine Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhları şad olsun!” Açış konuşmalarının sonrasındaki Panele KTMÜ Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zamira Derbişeva moderatörlük yaptı. Panelde Yrd. Doç. Dr. Cunus Ganiyev, “Atatürk’ün Ekonomi Anlayışı ve İzmir İktisat Kongresi”; Doç. Dr. Tezcan Abasız da “Bağımsızlık ve Ekonomi” konulu bildirisini sundu. Вернуться назад |